KRISTOP KOLOMB VE YANDAŞLARININ KATLİAMLARI

1492′de keşfedilen Amerika Kıtası, bu tarihten itibaren insanlık tarihinin en büyük cinayetlerine sahne olmuştur.

ABD, resmi olarak 4 Temmuz 1776 tarihinde Kızılderililerin kanları üstüne kurulmuştur. Her Kızılderili’nin öldürülmesi için resmi olarak 5 dolar ödeyen ABD toplamda 70 Milyon Kızılderili’yi katletti.

Avrupa’nın vahşi devletleri olan İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, buradaki yerli halkları akıl almaz şekillerde katletti ve soykırıma tabi tuttular. Amerika’nın yerlisi olan Kızılderililer ve Afrika’dan köle olarak getirdikleri siyah derililerin kanları üstüne kurulan Amerika bugün de aynı vahşetlerini dünyanın tüm coğrafyalarında devam ettiriyor.

Altın Uğruna Katliamlar

15. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da çok az altın bulunuyordu. Para olarak basılan altın külçeler genişleyen ticareti karşılayamadığından para kıtlığı içine girilmişti. Kapitalistler yatıracak sermaye bulamıyorlar ve yüksek faiz ödemek zorunda kalıyorlardı. Dolayısıyla Avrupa’nın, altın açlığı ve susuzluğu denilecek kadar umut kırıcı ölçüde altına ihtiyacı vardı. Böylece Avrupa altın ya da zenginlik kaynağı olabilecek yerler aramaya koyuldu. Bu mücadelede kilise de yer aldı. Öyle ki, Papa, 1454’den başlayarak, Afrika ve Hindistan’ın Portekizlilerin tekelinde olduğunu resmen ilan etmişti.

Afrika kıtası, Avrupalı sömürgeciler için ilk basamak olmuştur. Portekizliler bu kıtada oldukça bol fildişi, köle ve devekuşu tüyü bulmalarına rağmen, ne baharat ne gümüş ne de altın onları tatmin edecek seviyedeydi. Ancak kaynakların istenilen seviyede olmaması onların hırslarını daha da arttırdı. Avrupa adeta gözlerini açmış altın düşlüyordu.

 Altın, Amerika kıtasında 1492’den itibaren Kızılderililerin üzerinde fark edilmişti. Sanki altının dışında hiçbir şey onları ilgilendirmiyordu ve bu altını ele geçirmek için de hiçbir fedakârlıktan kaçınmadıkları gibi, her türlü zulüm ve alçaklıktan da geri kalmıyorlardı. Hazinelerin varlığı konusunda bilgi elde etmek için on binlerce yerliye işkence uygulamaktan ve onları kılıçtan geçirmekten çekinmediler Azteklerin hazinesinin korunduğu gizli yeri bulabilmek için yerlilerin lideri olan Cauhtemoc’a sözlerle anlatılamayacak şekilde işkence yapıldı, ne var ki Cauhtemoc konuşmadı. Cortes, Cauhtemoc ile başaramadığını Montezuma’nın yardımıyla sağladı. Hazineye el koyduktan sonra, dökümünü yapmak tam üç gün sürdü. Bundan sonra da Cortes ganimetteki sanat değeri bulunan eşyaların büyük bölümünü eritti. Sanat hazineleri böylesine aptalca, düşüncesizce yok olup gitti.

Hırsları kamçılanarak buldukları altın haykırışı kısa sürede yankılanarak; başıboş yığınların bu kıtaya hücum etmelerini tahrik edecektir. Bunlar artık denizciler ya da hayalperestler değil de, servet avcılarıdır. Artık tüccarlar değil de çok basit olarak hırsızlardır.

Altınla, yolculukların masraflarının karşılanmasına, baharat satın alınmasına, hükümetlerin denetlenmesine, bakanların ve piskoposların istenildiği gibi çalıştırılmalarına tek başına imkân sağlayacaktır. Bir yüzyıldan fazla bir süre boyunca, gümüşle birlikte Amerika'nın yegâne ihraç kalemi altın olacaktır.

Kara geyik adlı Kızılderili’nin yürek yangınının alevi dudak arasından şöyle çıkmaktadır: 

“… O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları, hala o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o kanlı çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada. Güzel bir düştü evet... Sonra bir ulusun umudu kırılıp paramparça oldu. Artık yeryüzünün merkezi yok, ölüp gitti kutsal ağaç…”

Kristop Kolomb’la birlikte ise altın madeni adeta bir “ilah” haline geliyordu. Nitekim Kolomb 1492’de gözleri büyülenerek haykırıyordu: “…Altın harika bir şey! Ona sahip olan istediği her şeyin efendisidir! Altın sayesinde ruhlara Cennetin kapıları bile açılabilir...”

 İşte Kolomb ve yandaşları yeni kıtaya doğru yol alırken, sarı ilahları elde etmek için yeni kıtaya ayak basmışlardı.

Kolomb’un hayatı yaptıklarının diyetini ödeyerek son bulmuştur. Kolomb, hayatının sonlarına doğru Yenidünyanın kıyılarında her gün biraz daha çıldırarak dolaşıp durdu. Gemisisin küpeştesi üzerinde asileri astığı bir darağacı bulunuyordu. Onu o kadar sık kullandı ki bir ara kendisini zincirleyip Cadiz’e geri götürmek zorunda kaldılar. Son seferinde tayfaları uçsuz bucaksız kıyılarda Ganj nehrinin ağzını arayan kaptanlarının eklem iltihabından iki büklüm olmuş bir bedenle ve darma dağınık saçlarının perdesi altından bakan çılgın gözlerle güvertede topallayarak dolaşmasını korkuyla seyrettiler, Sonunda ağır yoksulluk içinde bocalayarak hayatı son buldu.

Kolomb’un Amerika’yı keşfi bir ilk olarak sunulmuş ise de esasında ilk olan keşif değil, bu muazzam kıtanın tamamının sarı ilah olarak gördükleri altına kurban edilmesidir. Zira Braudel’in de belirttiği gibi açık denizin fethi, ilk kez onlar tarafından gerçekleştirilmemiştir.

Esasında, Fenikeliler Vasco de Gama’dan 2000 yıl önce, Firavun’un isteği üzerine Afrika çevresini dolaşma işini başarmışlardı. Yine İrlandalı denizciler Kolomb’dan yüzyıllarca önce, 690’a doğru Feroe adalarını keşfetmişlerdi ve İrlandalı keşişler 795’e doğru İrlanda'da karaya çıkmışlardır ki, Vikingler burayı 860’a doğru yeniden keşfedeceklerdir. Bir başka keşfin Müslümanlar tarafından yapıldığı bilinmektedir.

Müslüman coğrafyacılar, Afrika kıtasının denizden geçilme imkânından söz etmişlerdir. Müslüman denizci veya seyyahların sağladıkları bilgiler, her halükârda Hıristiyan âlemine kadar sızmıştır. Müslümanların bu keşfin peşinde gitmemelerinin sebebi gayet basittir. Zira Süveyş kanalına sahip olan Müslümanlar, neden Ümit Burnu yolunu arasınlar ki? Ve buralarda ne bulacaklardı? Altın, fildişi vs. Müslüman şehirler ve tüccarlar tarafından zaten Zanzibar kıyılarından ve Sahra üzerinden Nijer boynuzu taraflarından elde edilmekteydi.

Altın Müslümanlar için Avrupalıların yüklediği manadan çok uzaktı. Kanaatkârlığı, yardımlaşmayı, dağıtmayı, cömertliği emreden bir dinî anlayış, altına karşı mesafeli yaklaşıyordu. Türk dünyasında başlı başına bir iktisadî teşkilat olan Ahilik, Batı zihniyetinin tam zıddına ahlâkî kaideler geliştirmişti. Öyle ki, bir Ahinin eli, sofrası ve kapısı açık olmak zorunda idi. Yani cömert olacak, aç geleni tok gönderecek ve misafirperver olacaktı.

1520’de tapınaklardan çalınan ve madenlerden veya nehirlerden çıkartılan toplam altın miktarı otuz ila otuz beş ton arasındadır; bu toplama işlemi adalardaki on binlerce Kızılderili'nin hayatına mal olmuştur.

Öyle ki mesela Guaxaca madeninde çalışma şartları öylesine öldürücüdür ki, madenin çevresinde, çapı iki kilometrelik bir alanda, iskeletlerin ve cesetlerin üzerinde yürümek gerekmektedir. Bu şekilde, işgalciler, haydutlar ve köle avcıları olarak gelmişler, sömürgeci ve tüccarlar olarak kalmışlardır.

Büyük şair Mehmet Akif Ersoy’da vicdanından yükselen haykırışını dile getirdiği “Tek dişi kalmış canavar” şeklinde ifade ettiği medeniyetin portesi. Zira Avrupa; dökülen kanlarla, yığılan cesetlerle, çalınan servetlerle, sömürülen topraklarla, gasp edilen alın terleri ile bina edilerek yükselmiştir.

Bir medeniyet binası yükselmiş, fakat binlerce yıl boyunca medeniyet birikimine ve geleneğine sahip onlarca medeniyeti ve toplumları yok etmiştir.

Not: Özkan Karaca, Kanlı Şarap, Küflü Ekmek: Sömürgecilik, MSN Yayınları, 2017.            kitabından derlenmiştir.

 

BELEDİYELER

EKONOMİ